Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Üst dişleri hafif öne çıkık, ince dudaklı küçük kadınlardır. Saçları temiz, elektriklenmiş, düzgünce bir araya toplanmıştır. Elleri de vücutları, duruşları, oturuş ve kalkışları gibi çok naziktir. Ve bu nazik eller teknolojiyle arasının çok iyi olduğunu kanıtlamak istercesine genelde önündeki masanın üstünde duran diz üstü bilgisayarın klavyesinde pıtır pıtır hızlıca gezinir. Bu kadınlar her zaman açık renklerde giyinirler, pantolonları sımsıkıdır, bilekleri ince, ayakları vücutlarına göre miniktir. Yaşları sanıldığından daha büyüktür. Onları sürekli izlersiniz ama asla onlarla göz göze gelemezsiniz. Karşı masadadırlar her zaman, bu nedenle zaten izlenmeye en uygun kişilerdir. Göz göze gelememeniz ise onların ürkek bir ceylan gibi tüm bakışlardan kaçmalarından kaynaklanmaz. Onlar sanki görmezler, duymazlar. Burunlarının dibine girerseniz belki bunun sebebinin ne olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Onlar da tam da bu anda bir köpeğin birini tanımak için koklaması gibi koklarlar sizi. Çünkü gördüklerini, duyduklarını reddetseler de kokunun varlığını her zaman kabul ederler.
Siz onları izlerken yan masada flört çoktan başlamıştır. Korkunç, kalın sesli boyalı sarışın kulağınızı, etinizi tırmalamaktadır. Karşısında oturan adam koyu griler içindedir. Boynuna zevksiz bir atkı bağlıdır, çay içer. Kadınsa soda… Limon ister mutlaka yanında. Konuşurken kalın kalın öksürür. Adam kadının konuşmasını iğrenç gülüşüyle her kesişinde geceyi planlar. Kadın da adamın bu esnalarda geceyi planlayışından büyük zevk duyar, çantasının fermuarını açar, meşgul insan havalarında cep telefonuna bakar. Adam, planlarının bozulmasından korkar. Başlar daha çok gülmeye, daha ayrıntılı planlamaya.
Her köşeden bir garson çıkar. Bu garsonların pek azı gerçekten sıcakkanlıdır. Çoğu sahte sahte sırıtarak dolaşır. Aralarında bir tanesi her zaman en içten olanıdır. Ona seslenirsiniz. Duymaz. En kabası, en tahammülsüzü geliverir. Boyu kısa, vücudu genişçedir. Her şeyi duyar, görür. Fakat sizi anlamaz. Size yardımcı olamaz ve hoop daha önce sizi duymayan diğer garson bunu nihayet fark eder, bir koşuda onun yanında bitiverir! Kaba olan sinirlenir, terler, daha da esmerleşir. İçten olan bu çenesi düşük, uzun boylu garsona anlatırsınız derdinizi, o da size alakasız bir yığın şey söyler. Gülümsersiniz, siz gülümsedikçe kaba olan garson hızlı hızlı köşesine geri döner. Ve tatlınızın getirilmesini beklemeye başlarsınız. Herhangi bir şey içmek istemezsiniz ama daha önce varlığını fark etmediğiniz bir başka garson tarafından hemencecik bir şişe su ve bir bardak bırakılıverir masanıza. Bardak öylece boş boş beklerken içine bir kıl düşüverir. Kıla üflersiniz, suyu içmezsiniz.
Beklerken kahverengi ince çizgilerle çizilmiş çiçek desenlerinin olduğu sarı boyalı duvarlara, tavanın içine sıra sıra gömülmüş beyaz ve sarı spot ışıklarına bakarsınız. Tuvalete yakın bir yerde oturduğunuzu fark edersiniz. Göremediğiniz masalardan birinde bir yüksek sesin sohbetini çalan müzikten ayırt edersiniz. Kısık şekilde çalan müziğin The Doors’ un Light My Fire şarkısı olduğunu fakat şarkıyı bir kadının söylediğini anlar, oysa sizin her zaman Jim Morrison’ u tercih ettiğinizi fark edersiniz. Ardından Sade’ den Smooth Operator başlar. Masanızdakilere bakarsınız. Tuzluğa, biberliğe, içindeki gereğinden fazla doldurulmuş peçetelerin dışarıya doğru patlarcasına şişmiş olduğu peçeteliğe, kampanyalı olan menülerin albenili, parlak reklâm kâğıtlarının tutturulduğu şeffaf plastik tutacaklara… İçeride sigara içmek artık yasak... Yine de iç geçirerek küllüğe de bakarsınız. Avucunuzun içinde duran buruşuk peçeteyi küllüğün içine bırakırsınız.
Ve sonra onlara bakarsınız, masanızdaki diğer kişilere. Varlıklarını çoktan unuttuklarınıza... Birden hüzünlenirsiniz. Karşı masa, yan masa, garsonlar, spotlar, tuvalet, yere uçan kıl, müzik ve tüm sesler yok olur. Sadece kendi masanız ve masanızdakiler kalır. İkisi sizden yaşlı, birisi sizden oldukça genç üç kişi... Konuşuyorlar mı diye dikkatinizi onlara verirsiniz. Duymakta zorlanırsınız, mırıltıları ancak gelir kulağınıza. Karşınızdaki biri genç biri yaşlı iki erkek sandalyelerini birbirine yanaştırmış mırıldanıp durmaktadır. Tam yanınızda sizinle aynı yumuşak, deri koltukta oturan yaşlı kadın ise hiç konuşmaz. Yıllardır bu görüşmeleri yaptığınız halde kendi masanızdakileri diğer masadakilerden daha fazla tanımadığınızı anlarsınız. Dışarıda yağmur başlar. Kafanızı çevirir, koltuğunuzun arkasındaki boylu boyunca camdan dışarı uzunca bakarsınız. Ve tekrar içeri döndüğünüzde gök artık gürlemektedir. Yanınızda oturan kadının daha da yaşlandığını, çok yorgun ve endişeli göründüğünü, hȃlȃ tek bir kelime etmediğini fark edersiniz. Karşınızdakiler sohbeti kesmiş size dikkatle bakmaktadır. Geri çekilir, arkanıza yaslanır, kollarınızı bağlarsınız. Müzik başlar, ışıklar yanar, masalar yeniden dolar. Konuşma zorunluluğu hisseder, “keşke tuvalete yakın oturmasaydık,” dersiniz ve karşıdan güler yüzlü garsonunuz elindeki tepsinin içindeki tatlınızla size doğru yaklaşır.
İLKNUR GÜNEYLİOĞLU
Tarih: 2019-02-20 21:27:46 Kategori: Edebiyat
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Alıntı : İlknur Güneylioğlu Nedir
Siz onları izlerken yan masada flört çoktan başlamıştır. Korkunç, kalın sesli boyalı sarışın kulağınızı, etinizi tırmalamaktadır. Karşısında oturan adam koyu griler içindedir. Boynuna zevksiz bir atkı bağlıdır, çay içer. Kadınsa soda… Limon ister mutlaka yanında. Konuşurken kalın kalın öksürür. Adam kadının konuşmasını iğrenç gülüşüyle her kesişinde geceyi planlar. Kadın da adamın bu esnalarda geceyi planlayışından büyük zevk duyar, çantasının fermuarını açar, meşgul insan havalarında cep telefonuna bakar. Adam, planlarının bozulmasından korkar. Başlar daha çok gülmeye, daha ayrıntılı planlamaya.
Her köşeden bir garson çıkar. Bu garsonların pek azı gerçekten sıcakkanlıdır. Çoğu sahte sahte sırıtarak dolaşır. Aralarında bir tanesi her zaman en içten olanıdır. Ona seslenirsiniz. Duymaz. En kabası, en tahammülsüzü geliverir. Boyu kısa, vücudu genişçedir. Her şeyi duyar, görür. Fakat sizi anlamaz. Size yardımcı olamaz ve hoop daha önce sizi duymayan diğer garson bunu nihayet fark eder, bir koşuda onun yanında bitiverir! Kaba olan sinirlenir, terler, daha da esmerleşir. İçten olan bu çenesi düşük, uzun boylu garsona anlatırsınız derdinizi, o da size alakasız bir yığın şey söyler. Gülümsersiniz, siz gülümsedikçe kaba olan garson hızlı hızlı köşesine geri döner. Ve tatlınızın getirilmesini beklemeye başlarsınız. Herhangi bir şey içmek istemezsiniz ama daha önce varlığını fark etmediğiniz bir başka garson tarafından hemencecik bir şişe su ve bir bardak bırakılıverir masanıza. Bardak öylece boş boş beklerken içine bir kıl düşüverir. Kıla üflersiniz, suyu içmezsiniz.
Beklerken kahverengi ince çizgilerle çizilmiş çiçek desenlerinin olduğu sarı boyalı duvarlara, tavanın içine sıra sıra gömülmüş beyaz ve sarı spot ışıklarına bakarsınız. Tuvalete yakın bir yerde oturduğunuzu fark edersiniz. Göremediğiniz masalardan birinde bir yüksek sesin sohbetini çalan müzikten ayırt edersiniz. Kısık şekilde çalan müziğin The Doors’ un Light My Fire şarkısı olduğunu fakat şarkıyı bir kadının söylediğini anlar, oysa sizin her zaman Jim Morrison’ u tercih ettiğinizi fark edersiniz. Ardından Sade’ den Smooth Operator başlar. Masanızdakilere bakarsınız. Tuzluğa, biberliğe, içindeki gereğinden fazla doldurulmuş peçetelerin dışarıya doğru patlarcasına şişmiş olduğu peçeteliğe, kampanyalı olan menülerin albenili, parlak reklâm kâğıtlarının tutturulduğu şeffaf plastik tutacaklara… İçeride sigara içmek artık yasak... Yine de iç geçirerek küllüğe de bakarsınız. Avucunuzun içinde duran buruşuk peçeteyi küllüğün içine bırakırsınız.
Ve sonra onlara bakarsınız, masanızdaki diğer kişilere. Varlıklarını çoktan unuttuklarınıza... Birden hüzünlenirsiniz. Karşı masa, yan masa, garsonlar, spotlar, tuvalet, yere uçan kıl, müzik ve tüm sesler yok olur. Sadece kendi masanız ve masanızdakiler kalır. İkisi sizden yaşlı, birisi sizden oldukça genç üç kişi... Konuşuyorlar mı diye dikkatinizi onlara verirsiniz. Duymakta zorlanırsınız, mırıltıları ancak gelir kulağınıza. Karşınızdaki biri genç biri yaşlı iki erkek sandalyelerini birbirine yanaştırmış mırıldanıp durmaktadır. Tam yanınızda sizinle aynı yumuşak, deri koltukta oturan yaşlı kadın ise hiç konuşmaz. Yıllardır bu görüşmeleri yaptığınız halde kendi masanızdakileri diğer masadakilerden daha fazla tanımadığınızı anlarsınız. Dışarıda yağmur başlar. Kafanızı çevirir, koltuğunuzun arkasındaki boylu boyunca camdan dışarı uzunca bakarsınız. Ve tekrar içeri döndüğünüzde gök artık gürlemektedir. Yanınızda oturan kadının daha da yaşlandığını, çok yorgun ve endişeli göründüğünü, hȃlȃ tek bir kelime etmediğini fark edersiniz. Karşınızdakiler sohbeti kesmiş size dikkatle bakmaktadır. Geri çekilir, arkanıza yaslanır, kollarınızı bağlarsınız. Müzik başlar, ışıklar yanar, masalar yeniden dolar. Konuşma zorunluluğu hisseder, “keşke tuvalete yakın oturmasaydık,” dersiniz ve karşıdan güler yüzlü garsonunuz elindeki tepsinin içindeki tatlınızla size doğru yaklaşır.
İLKNUR GÜNEYLİOĞLU
Tarih: 2019-02-20 21:27:46 Kategori: Edebiyat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx